Adıyaman Jeoloji Mühendisleri Odasından Seçilecek Belediye Başkanlarına Çağrı!

Adıyaman Jeoloji Mühendisleri Odasından Seçilecek Belediye Başkanlarına Çağrı! yeniyolgazetesi.com
Haber Merkezi

Adıyaman Jeoloji Mühendisleri Odası Başkanı Osman Özdemir Seçilecek Belediye Başkanlarına Çağrıda bulundu.


  Adıyaman Jeoloji Mühendisleri Odası yaptığı açıklamada," 31 Mart 2024 tarihinde gerçekleştirilecek olan Yerel Seçimlere yönelik Birliğimizin ve Jeoloji Mühendisleri Odasının görüş ve önerilerini içeren düşüncelerini paylaşmayı görev biliyoruz.

   Bilindiği üzere 31 Mart 2024’te Türkiye’nin tüm kent, ilçe, kasaba, köy ve mahallelerinde yerel seçimler yapılacak; kentlerimizi, ilçe ve kasabalarımızı, köy ve beldelerimizi, mahallerimizi yönetecek belediye başkanları, belediye meclisi üyeleri, muhtarlar, meclis üyeleri, ihtiyar meclisi/heyeti üyeleri seçilecektir.

        İl Risk Azaltma Planı” çalışmalarının acilen tamamlanması gerektiğini söylüyoruz.                        2021 yılında yaşanan Elazığ depreminden sonra bir genelge yayınlandı. Bu genelge sonrasında İl Risk Azaltma Planı çalışmaları başladı. Çalışma içerisinde kamu kuruluşları, odalar ve meslek örgütleri var. Bu planda deprem öncesi ve sonrası yapılacak çalışmalar ve aktif fayların incelenmesi gibi pek çok husus bulunuyor. Tüm kamu kurumlarına görevler dağıtıldı. Fay hatlarının sismik araştırmalarının yapılması Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na verildi. Çünkü maliyeti büyük. Fay hatlarının olası deprem oluşturma yüzdeleri, şiddeti ve büyüklüğü bu araştırmalar sonrasında ortaya çıkacak. Biz bu planların da takipçisiyiz.

 Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) bugüne kadar yayımladığı seçim bildirgelerinde de belirtildiği üzere demokratik katılıma açık, çağdaş bir yerel yönetim anlayışını vazgeçilmez önemde görmektedir.

 Aklın ve bilimin dışlanması, şehir planlama, mimarlık ve mühendislik hizmetlerinin gerektirdiği mesleki denetimin ve bilimsel-teknik kriterlerin devre dışı bırakılması,  mühendislik, mimarlık ve şehir planlama hizmetlerinin birer prosedür haline getirilmesi nedeniyle ülkenin hemen her noktasında seller, toprak kaymaları, otoyolların çökmesi, hafriyat sırasında çöken binalar gibi olağandışı olaylar olağanlaşmış, doğa olayları ağır can ve mal kayıplarının yaşandığı afetlere dönüşmüştür.

 2023’ün ilk aylarında yaşadığımız ve 11 ilimizi etkileyen 6 Şubat Depremleri tam olarak bu piyasacı ekonomisine dayalı politikaların sonucudur. 6 Şubat Depremleri, bugüne dek yaşadığımız pek çok büyük depreme karşın merkezi yönetimin de yerel yönetimlerin de gereken dersleri almadığı; şehirlerimizin, binalarımızın, kurumlarımızın ve halkımızın depreme hazır olmadığı gerçeğini çok acı biçimde ortaya çıkarmıştır.

 Bizler, doğa olaylarının afete dönüşmesinin engellenebileceğini çok iyi biliyoruz.  Bu gerçeği, bilimsel ve teknik boyutlarıyla raporlarımızda, açıklamalarımızda ve uyarılarımızda sürekli vurguluyoruz. Kentsel dönüşüm adı altında yürütülen süreç plansız dönüşüme kurban edilmeseydi ve deprem tehdidi altındaki yerleşimlerin dönüşümleri doğru biçimde yapılabilseydi yaşadığımız acıların boyutunu en aza indirebilirdik.

 Ancak tam aksine tarım arazileri ve dere yatakları imara açıldı. Mühendislik ve mimarlık hizmeti almamış kaçak yapılar imar aflarıyla yasallaştırıldı. Birliğimiz ve bağlı Odalarımız yapı denetim süreçlerinden dışlandı, mesleki denetim yetkilerimiz elimizden alındı. Deprem için toplanan vergiler, doğru ve planlı kullanılmaması,

  Jeoloji Mühendisleri Odası olarak, kentlerimizde var olan sorunların aşılmasını; sağlıklı, yaşanabilir ve güvenli kentsel çevrelerin üretilmesini; kentsel yaşam kalitesinin iyileştirilmesini; kent halkının, emek ve meslek örgütlerinin demokratik katılımı ve denetimini sağlayacak bir anlayışın geliştirilmesini, öncelikli ve temel gereklilik olarak görmektedir. Bugün, kentlerimizin ve toplumun her zamankinden daha çok “toplumcu, demokratik ve halkçı bir yerel yönetim” anlayışına ihtiyacı vardır. Bu anlayış, katılımcılığın önünü açan, toplumun değişik kesimlerine karar alma, uygulama ve denetleme süreçlerinde söz hakkı tanıyan politika ve uygulamaların hayata geçirilmesidir.

 Yerel seçimlere, ülkemiz, kentlerimiz, doğal alanlarımız kısacası yaşam alanlarımız, geleceğimiz üzerine konulan ipotekle, imar affı gölgesinde ve yerel yönetimin zayıflarıldığı, anayasal düzenin çoğulcu katılımla ve yerel yönetimlerin güçlenmesi elzemdir.

 ODALARIMIZIN YEREL YÖNETİMLERE YAKLAŞIMI

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, toplumsal gelişme ve çağdaş yaşamın gerektirdiği yaşam niteliğine ulaşılabilmesi yönündeki sorumluluğunu yerine getirme anlayışıyla mevcut politika ve uygulamalardan farklı bakış açıları sunmayı hedeflemektedir.

 Bu hedef doğrultusunda TMMOB, doğrudan mesleki uygulama alanına giren kent sorunlarıyla ilgili olarak yerel yönetimler, planlama, kentleşme, kamu kaynaklarının dağılımı, yapı denetimi, risk-afetler, çevre, yeşil-mavi-gri altyapı, temel altyapı, enerji, kentsel koruma, kentsel dönüşüm, kent demokrasisine ilişkin sorun tespitlerini ve çözüm önerilerini şimdiye dek olduğu gibi bugün de kamuoyuyla paylaşmayı görev bilmektedir.

 Demokratik-Etkin Bir Yerel Yönetim İçin…

 Yerel yönetimler; il, belediye veya köy halkının yerel ve ortak gereksinimlerini karşılamak üzere kuruluş esasları ve karar organları kanunla belirlenen, seçmenler tarafından 5 yılda bir seçilerek oluşturulan kamu tüzelkişileridir. Yerel yönetimlerin; kendi kendini yöneten, katılımcılığı benimseyen, temel kentsel sorunların olabildiğince toplumun tüm katmanlarının mutabakatıyla çözüleceğine inanan, saydam, hesap vermeye ve demokratik denetime açık, gücünü halktan alan yönetimler olmaları gerekir.

 Demokratik ve etkin bir yerel yönetim için yerinden yönetim anlayışı vazgeçilmez önemdedir.

 • Su, orman, mera, yaylak, kışlak, tarım alanları, sulak ve kıyı alanlar gibi doğal varlıklar ve çevre, planlama, enerji, kültürel varlıklar, bayındırlık, ulaşım gibi kent topraklarının kullanım kararlarını doğrudan etkileyen konularda merkezi idarenin sınırsız yetkisi kaldırılmalı, belediyeler ve bakanlıklar arasındaki yetki kargaşası giderilmeli, yerel yönetimlerin ve kent sakinlerinin de söz sahibi olacağı yeni bir yapı kurgulanmalıdır.

Kentin Sakini Değil, Sahibi Olabilmek İçin…

 TMMOB, kent yaşamını ilgilendiren kamu yönetimi, merkezi ve yerel yönetim sistemlerini düzenleyen yasaların eksiklik ve yetersizliklerinden; yerel yönetim politikalarından, anlayışından; planlama, imar, kültür, turizm, kırsal alanlar, kentsel hizmetler ve çevreden söz ederken insan sağlığı, doğal çevre, insan hakları-kentli hakları, katılım, yaşanabilirlik, toplumsal barış, birlikte yaşama; engelli, hasta, çocuk, yaşlı ve toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı planlama; hizmetlere eşit erişim; sağlıklı çevre; insan odaklı mekânlar gibi kavramları referans almayı ve bunları ön plana çıkarmayı amaçlar.

 Katılımcı Bir Kent İçin…

 Katılımcı yerel yönetim anlayışı, Katılımın önemli araçlarından birisi olarak kabul edilen kent konseyleri, kent meclisleri gibi yönetime katılımı mümkün kılacak mekanizmaların oluşturulmaması ve bürokratik çalışma biçimi gibi nedenlerle halkın kent yönetimine katılımı yeterince sağlanamamaktadır.

 Bu temel bakış uyarınca ivedilikle atılması gereken adımlar şunlardır:

 • Yerel yönetim anlayışı; hukuka saygılı, kamu yararını gözeten, katılımcılığa ve paylaşıma açık, saydam, yurttaşlarının çıkarlarını ön planda tutan bir yaklaşımda olmalıdır.

 • Yerel yönetimler, kentteki gerçek ve tüzelkişilerin, tüm kentlilerin; mahalle, semt, ilçe meclislerinin yanı sıra kadın, memur, işçi, genç, emekli, işsiz, engelli gibi kesimlerin oluşturacağı meclisler ve bir üst basamakta bu meclislerde oluşan görüşleri yerel yönetimlere aktaracak kent meclisleri aracılığıyla karar alma, uygulama ve denetim süreçlerine etkin katılımını sağlamalıdır.

 • Yerel yönetimler, katılım ve denetimde demokratikleşmeyi içselleştirmelidir. Halkın, kamu bilgisine erişimi, kararlar ve uygulamaları denetleme süreçlerine katılımı ve etkin temsiliyeti sağlanmalıdır.

 • Mahalle ölçeğinden başlayan ve aşağıdan yukarı örgütlenen, kentin her kesiminin mümkün olduğunca kent yönetimine katılmasına olanak verecek mekanizmalar kurulmalı, öneriler kararlara yansıtılmalıdır.

• Kamusal kaynakların planlanmasında toplumsal adaleti hedefleyen, “yardım” adı altında sadaka dağıtarak yoksulluğu sürekli kılan politikalar yerine sosyal adaleti temel alan, kentsel hizmetlerin yerine getirilmesini zorunlu bir hak olarak görüp tüm toplumsal kesimlere ulaşmasını önceleyen bir kent yönetimi sağlanmalıdır.

 • Kentsel kamu hizmetlerini ticarileştiren özelleştirmeler ve taşeronlaştırmaları reddeden, belediye emekçilerinin kadrolu ve güvenceli istihdamını esas alan, liyakatten ödün verilmeyen, sendikaları tahakküm altına almaya çalışmadan eşit ilişkiyi hedefleyen bir yönetim anlayışı sergilenmelidir.

 • Kentte yaşayan farklı sosyal kesimlerin ortak yaşam ve dayanışma bilincini geliştirecek yeni kamusal mekânlar oluşturulmalıdır.

 • Kentin kaderini etkileyecek büyük/üst ölçekli projeler halkın tartışmasına açılmalı; meslek odalarının, uzman kişilerin ve üniversitelerin görüşleri ile hukuka, bilime ve tekniğe bağlılık esas alınmalıdır.

 • Bilişim teknolojileri, yurttaşlara saydam, nitelikli, hızlı ve düşük maliyetli kamu hizmeti sunmak üzere kullanılmalı; yurttaşlar, teknolojinin sağladığı olanaklarla karar alma süreçlerine katılabilmelidir.

 • Koruyucu sağlık hizmetlerini temel alan, parasız sağlık ve sosyal hizmet uygulamaları hayata geçirilmelidir.

 Etkin Kentsel Hizmet Üretimi İçin…

 Planlı, sağlıklı, güvenli yerleşim alanları, temiz su temini ve arıtımı, atıksu hizmetleri, çöp ve temizlik hizmetleri, imar çalışmaları, ulaşım hizmetleri, kesintisiz ve sağlıklı enerji-doğalgaz temini, çevre sağlığı, zabıta, itfaiye, acil yardım, kurtarma, kültür ve sanat, turizm ve tanıtım, gençlik ve spor, sosyal hizmet ve yardım konuları kentsel hizmet çeşitliliğinin önemli bileşenleridir.

 Kamu Yararı Odaklı Kent Planlaması İçin…

 Kent planlaması, fiziksel ve doğal çevreyi olduğu kadar sosyal ve ekonomik ilişkileri de şekillendirmektedir.

 Kent planlaması; tarihi, kültürel ve doğal değerlerin teknik ve bilimsel gereklilikler doğrultusunda korunarak sonraki kuşaklara aktarılmasını amaçlar. Planlamada nüfus gelişimi ve demografik kestirimler ışığında, kentteki tüm sosyal yapılar dikkate alınır; ekonomik sektörler incelenerek geleceğe yönelik kestirimlerde bulunulur.

Planlama, istihdam olanaklarının artırılmasını, her türlü afet riskine karşı sakıncalı alanlarda gerekli önlemlerin alınmasını hedefler; hukukun üstünlüğünü ve kamu yararını gözetir.

 Belediye meclislerinde alınan kararlarla kamuya ayrılan parklar, yeşil alanlar yapılaşmaya açılmış, meskûn alanlarda yapı yoğunlukları artırılmıştır.

  Ülke tarihinde bir ilk daha yaşanarak iki kez uzatılan 2018 imar affı ile bundan önce çıkarılan tüm af kanunlarında olduğu gibi bir kez daha sağlıklı, güvenli kentleşmeden vazgeçilmiştir.

 Kentlerimiz için atılması gereken somut adımlara kamu yararı ilkesi gözetilerek acilen başlanmalıdır.

 • Siyasi bir araç haline getirilen planlama mevzuatındaki merkezi idare vesayeti kaldırılmalı, planlamanın kademeli birlikteliği ilkesi çerçevesinde üst ölçekli mekânsal plan kararları yerel idarelerin yetkisine bırakılmalıdır.

 • Mekânsal planlamada bütünlüklü bakış açısı geliştirilmeli, sektörel yaklaşımdan vazgeçilmelidir.

 • Planlama, mimarlık ve kentleşmenin bir kültür olgusu olduğundan hareketle doğal ve kültürel varlıkların/mirasın korunması için bütünsel bir koruma ve kültür politikası belirlenmelidir.

 • Afet risklerini azaltmak için ekosistemlerin sürdürülebilir kullanımı ve yönetimine yönelik hazırlanan uluslararası eylem kılavuzları, ulusal ve yerel ölçeklerde ülkemiz için de hazırlanmalıdır.

 • Planlama yaklaşımında, plan yalnızca fiziksel müdahaleye odaklanan nihai bir belge olarak değil, doğal ve kültürel değerlerin korunması ile sosyo-ekonomik gelişme için araçları ortaya koyan, katılımcı, müzakereci, dinamik ve disiplinler arası gerçekleştirilen esnek bir süreç olarak benimsenmelidir.

• Açık yeşil alanlar, yüzölçümleri ve sayıları artırılarak birbirine bağlı bir sistem olarak kurgulanmalı; ekolojik veri tabanlı ülke, bölge ve yerel peyzaj ana planları hazırlanmalıdır.

 • Birbirinin kopyası niteliksiz, kişiliksiz, kimliksiz kentlerde yaşamamak, yerleşimleri rant temelli “imar” kıskacından kurtarmak ve yaşanabilir kentler yaratmak için her düzey ve kapsamdaki planlamada ve tasarımda, doğal ve kültürel varlıkların “kaynak” ya da “kullanım değeri”nden önce “varlık değeri” olarak ele alındığı bir yaklaşım benimsenmelidir.

 • Planlamanın sağlıklı ve yaşanabilir çevre oluşturmanın temel aracı olduğu bilinciyle kamu yararına aykırı plan değişikliklerinden vazgeçilmelidir.

 • Plan değişiklikleri kentsel standartları yükselterek yol, otopark, okul, sağlık ocağı, park, yeşil alan, oyun alanı, spor tesisleri gibi sosyal donatı ve teknik altyapı alanları kazanmak için yapılmalıdır.

 • Bütünlüklü planlara aykırı, kent kimliğini yok eden, doğal alanları tahrip eden, toplumsal ihtiyaç olmayan, kamu zararına yol açan her türlü projeden derhal vazgeçilmelidir.

 • Yol, otopark, elektrik, su gibi teknik altyapıya; okul, sağlık ocağı gibi sosyal donatı alanlarına; park, çocuk bahçesi, spor tesisleri gibi açık ve yeşil alanlara ilişkin kentsel standartlar çağdaş, insanca, sağlıklı yaşam alanlarını oluşturacak şekilde yeniden belirlenmelidir.

 • Doğa tabanlı çözümler üretmek amacıyla mavi/yeşil altyapı oluşturma süreçleri planlanmalıdır.

 • İklim değişikliğine uyum ve iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin azaltılması amacıyla yağmur suyu yönetim planları oluşturulmalıdır.

 • Kentlerimizde var olan sorunların aşılması, sağlıklı kentsel çevrelerin oluşturulması ve kentsel yaşam kalitesinin iyileştirilmesi doğrultusunda, toplumun büyük bölümünü dışlayan, halkın katılım ve denetimine kapalı mevcut yerel yönetim biçimi aşılmalı, kent halkının ve meslek örgütlerinin demokratik katılımı, etkin temsiliyeti ve denetimi sağlanmalıdır.

 • İmar konularında uzmanlaşmış bir yargı sistemi geliştirilmelidir.

  NASIL BİR YEREL YÖNETİM İSTİYORUZ?

 Oda olarak bugüne kadar, bilim ve teknikten gelen tüm bilgi birikimiyle toplumsal ilerleme ve kalkınmanın sağlanabilmesi amacıyla ve kamu yararı ve toplumsal fayda ilkelerini gözeterek hareket etmiştir; insanca yaşanabilecek bir ülke ve kentlere sahip olmak umuduyla çalışmıştır. 

  Bizler: İnsanlık Onuruna Yaraşır Sağlıklı Bir Çevrede Yaşamak İstiyoruz…

 Ülkemizin geleceği için yerleşim alanlarının çevresindeki kırsal ve doğal alanların korunması ve bu alanlardan kamu yararı temelinde yararlanmanın sağlanması yaşamsal önemdedir. Yerel yönetimler su, hava, toprak gibi sınırlı doğal kaynakların kullanımında kamu yararını gözetmek ve halkın da aynı duyarlılığı göstermesini sağlamak bakımından görevli ve sorumludur.

 Sağlıklı kentsel çevrenin oluşmasında en önemli husus, mahalle ölçeğinden semt, bölge ve kent ölçeğine kadar kademelendirilmiş teknik altyapı ve üstyapı ile ortak kullanım alanları olan meydan, park, çocuk bahçeleri gibi açık ve yeşil alanların dengeli dağılımıdır.

 

Son yıllarda sıkça duymaya başladığımız “dirençli kent” ya da “dayanıklı kent” kavramının küresel ısınma, iklim değişikliği, biyolojik değişiklik, doğal afetler, kentsel kamusal hizmetler, sürdürülebilir kalkınma ve yoksulluk gibi konularla iç içe olduğu çok açıktır. Bu konuların her biri hem dünyada hem de ülkemizde, kentlerin bugünü ve yarınıyla çok yakından ilgili sorun alanlarıdır.

11 ilimizi büyük yıkımlara uğratan 6 Şubat 2023’teki  depremlerin neden olduğu can, mal, tarih ve kültür varlıklarımızın kaybı, “dayanıklı kent” ve yerel yönetim ilişkisini her zamankinden daha da önemli duruma getirmiştir.

 Hiç kuşku yok ki dayanıklı kentlerin varlığının temel aktörü devlet, yani merkezi yönetimdir. Ne var ki karşı karşıya bulunduğumuz sorun, verimli sonuçlara ulaşabilmek amacıyla bu konuda da devletle yerel yönetimlerin sıkı bir işbirliği içinde olmalarını zorunlu kılmaktadır. Her iki düzeydeki yönetimlerin, bu amaca ulaşabilmek için kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının ve sivil topum örgütlerinin de desteğini almaları gerekir.

 Karşı karşıya bulunduğumuz küreselleşme, halkların ilgi alanlarının daha çok “harcamaya” yönlendirilmesi, doğal kaynakların hızla tüketilmesi, rant yaratıp paylaştırma yoluyla zenginin daha zengin edilmesi, uzun erimli bakış açılarının yerini piyasa güçlerinin alması, yeni teknolojik gelişmelerin etkisi gibi olgular hem doğal ve kültürel çevrenin hem de tüm ekosistemin daha büyük oranlarda tahrip edilmesi olasılığını artırmaktadır. Bu tahribatın, önemli ölçüde kentsel yaşam ortamlarımızın geleceğini ilgilendirdiği çok açıktır. Merkezi yönetimler kadar yerel yönetimlere de bu konularda önemli sorumluluklar düşmektedir.          

 Elverişsiz bir gelir düzeyinin yanı sıra çalışma, eğitim, dinlenme, ulaşım, beslenme, çevre, kültür ve sanat olanaklarından yoksun kalmak da sağlıksız bir yaşam ortamı oluşturmaktadır.

 • Eğitim, sağlık, sosyal hizmetler ve yardım gibi temel “kamu hizmetleri”, kamusal alan sorumluluğuyla yerine getirilmelidir.

 • Kentsel kamu hizmetlerinin, girişimcilerin kâr amacıyla yerine getirdiği bir faaliyet olarak ticarileştirilmesini dayatan özelleştirme anlayışı reddedilmeli; kentlerde yaşayanlar “müşteri” değil, kentsel hizmetlere eşit ulaşma hakkına sahip yurttaşlar olarak görülmelidir.

 • Bütünleşik bir konut politikası geliştirilmelidir. Konut, anayasal olarak “barınma hakkı” olarak ele alınmalı, dar ve orta gelirlilerin nitelikli konut edinmelerine olanak sağlamak devletin temel politikası olmalıdır.

 • Planlama ile teknik altyapı uygulamaları arasında eşgüdüm sağlanmalıdır.

 • Sağlıklı kentsel gelişme için toplu taşıma ve bisiklet kullanımını özendirici, yaya öncelikli ulaşımı destekleyen kentsel gelişme modellerine dayanan planlama ilkeleri benimsenmelidir.

 • Kentsel mekân kullanım standartlarını doğrudan etkileyen yoksulluk, göç ve nüfus yığılması sorunlarının çözümü için “istihdam odaklı yerel kalkınma modelleri” ivedilikle geliştirilmelidir.

 • Elektrik, su, doğalgaz, temiz hava, ulaşım, haberleşme gibi temel gereksinimlerin karşılanmasında, kâr amacı gütmeyen, arz güvenliğini önceleyen ucuz, kesintisiz, erişilebilir hizmet üretme anlayışı yerleştirilmelidir.

• Kentlerimizin su havzalarında yaşanan yoğun yapılaşmanın önüne geçilmeli, uluslararası düzeyde stratejik önemi önümüzdeki yıllarda giderek artacak olan ve toplum sağlığı açısından başat nitelikteki temiz suyun temin edildiği kaynaklar ve havzalar “koşulsuz ve istisnasız” korunmalıdır.

 • Önümüzdeki dönemde iklim değişikliğine bağlı olarak çok daha fazla sel ve taşkın, ani hava olayları, orman yangınları, kuraklık görmemiz olasıdır. Çağımızın en büyük krizi olan iklim değişikliğine uyum ve iklim değişikliğinin etkilerinin azaltılması konusunda çalışmalar yapılmalıdır.

 • Suyun her türlü kirlenmeden arındırılarak kaynağından çıktığı gibi en sağlıklı ve ekonomik biçimde -sistemdeki su kaçakları da giderilerek- insanlara ulaştırılması için gelecek yılların ihtiyacı hesaplanarak plan ve projeler yapılmalı, kentlerimizde yaşayanlar büyük kentlerde olduğu gibi paketlenmiş sulara mahkûm edilmemelidir.

 • Doğal varlıkların korunması, kaynak olarak sürdürülebilir kullanımının yanı sıra kirlilikten korunmayı da içermektedir. Kent ortamında oluşan evsel ve tıbbi atıkların ayrıştırılması konusunda kamuoyunu bilinçlendirme çalışmaları yapılmalıdır.

 • Katı ve sıvı atıkların toplanması, ayrıştırılması ve bertarafında bilimsel kriterlere uyulmalı ve çağın gerektirdiği teknolojiler kullanılmalıdır.

 • Su kirliliği yanında hava kirliliği, gürültü kirliliği, görsel kirlilik gibi sorunların çözüldüğü; toplumsal yaşamı kolaylaştıran kentsel altyapı çalışmalarının toplum sağlığına zarar vermeyecek biçimde gerçekleştirildiği bir çevre yönetimi yaşama geçirilmelidir.

 • Kent yaşamında önemli yer tutan fiziki planlarda kentsel sağlığa yönelik alt ve üstyapı program ve projeleri vakit geçirmeksizin uygulamaya alınmalıdır.

 Nitelikli, Erişilebilir ve Herkes İçin Sağlık İstiyoruz…

 Kentte yaşayan tüm kesimler için eşit ve kolay erişimli olması gereken diğer bir kamusal hizmet alanı da sağlık hizmetleridir.

 Yerel yönetimlerin bir görevi de 5393 sayılı Belediye Kanununun 14’üncü maddesinin ‘b’ bendi ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Kanununun 7’nci maddesinin ‘v’ bendi hükümlerinin verdiği yetkiyle hastane, poliklinik, sağlık merkezleri gibi tesisler açmak suretiyle halkın temel sağlık hizmetlerini karşılamaktır. Yerel yönetimlerin, sağlık hizmetini bir kamu hizmeti olarak değerlendirip bu çerçevede proje ve yatırımlara yönelmesi, var olanları genişletip geliştirmesi ve koruyucu sağlık hizmetleri vermesi, sosyal devlet anlayışının doğal sonucudur.

 Sağlıklı, Erişilebilir ve Güvenli Gıda Hakkımızı İstiyoruz…

 Gıdalar, insanların yaşamlarını sürdürmeleri için gereken vazgeçilemez ve ertelenemez ihtiyaçlardır.

 Bu nedenledir ki insanların dini, dili, rengi, cinsiyeti ve milliyeti ne olursa olsun aktif ve sağlıklı bir yaşam için gereksinim duyduğu yeterli, sağlıklı, güvenilir ve besleyici gıdaya fiziksel ve ekonomik bakımdan sürekli erişebilmesi, yani “gıda güvencesi”nin sağlanması bir insan hakkı olarak kabul edilmiştir. “Gıda güvencesi” kavramı insanların tükettikleri suyu da “gıda” tanımı içine almaktadır. Kaldı ki yalnızca tüketim amaçlı suya değil, kullanma suyuna erişim de temel bir haktır.

 Yanlış tarım politikaları sonucu, ülkemiz temel tarım ve gıda ürünlerinde ithalatçı konumuna gelmiştir. Türkiye’nin dışa bağımlılığı artarken bakliyat ve tahıl gibi temel ürünlerde tamamen ithalatçı durumuna gelinmiştir. Tarım ve gıda ürünlerinde ihracat-ithalat dengesinin ithalat lehine hızla bozulduğu gözlemlenmektedir. Bundan da önemlisi, tarım ve gıdada yaşanan dışa bağımlılık bir varoluş/egemenlik sorunu haline gelmiştir.

 

Üretim ve tüketimdeki kent-kır ilişkisi de değişim göstermektedir.

 6 Aralık 2012’de Resmi Gazete’de yayımlanan ve Mart 2014 Yerel Seçiminden sonra yürürlüğe giren Büyükşehir Yasasıyla birlikte büyükşehir belediyesi statüsündeki 30 ilde il özel idaresi, il genel meclisi ve köy tüzelkişiliği kaldırıldı ve kırsal yerleşimlerde nüfus yapısı büyük oranda değişti.

 Bu yasa, belediyelere önemli görev ve işlevler yüklemektedir. Ancak bazı belediyeler ve ilgili bakanlıklar arasında çalışma alanları nasıl belirlenecek, sınırlar nasıl çizilecek konusunda yetki kargaşası yaşanmaktadır. Yasanın 7. maddesinde “Büyükşehir ve ilçe belediyeleri tarım ve hayvancılığı desteklemek amacıyla her türlü faaliyet ve hizmette bulunabilirler” denmektedir.

 Bu yasa çıkıncaya kadar bilinen tanımıyla kentte hizmet üretimi, kırda ise tarımsal üretim esas iken Büyükşehir Yasası ile bu tanım büyük ölçüde değişmiştir. Büyükşehir statüsündeki 30 büyük ilde 16 bin 545 köy tüzelkişiliğini yitirmiş ve kentin mahallesi olmuştur. Böylelikle, tarım ve kırsalın gelişmesinde belediyelerin rolü artmıştır.

 Sağlıklı ve güvenilir gıda temini için iyi bir planlamayla kent-kır bütünleşmesi sağlanarak oluşturulacak politikalar ve yerellerdeki tarımsal üretim potansiyelinin değerlendirilmesi çok önemlidir.

 Gıdaya erişim ve gıda hakkı konusunda yaşanan sorunlar, afetlerdeki kırılganlıklar gibi konularda sorunun çözümüne yönelik olarak kuşkusuz bilimin çok önemli bir rolü vardır; ancak atılması gereken en önemli adımlar politik olacaktır.

Kamu sağlığının korunabilmesi için gıda güvenliğinin ve gıda güvencesinin sağlanması zorunluluktur.

 İşte bu nedenlerledir ki tarım ve gıda siteminin, tüm paydaşlarıyla etkin iletişim içinde gözden geçirilmesi ve yeniden kurgulanması kaçınılmazdır.

 • Açlık ve yoksullukla mücadelede gıda güvencesinin ve yeterli beslenmenin sağlanabilmesi için refah seviyesi yükseltilerek geçimin kolaylaştırılması, doğal kaynakların yönetimi, çevrenin korunması, kırsal alanda sürdürülebilir kalkınmayla kırsal refahın artırılması ve sürdürülebilir gıda ve tarım politikalarının hayata geçirilmesi gerekmektedir.

 • Adil bir gıda dağılımı ve gıdaya erişim hakkı için üreticiler doğru yöntemlerle desteklenerek üretim süreçlerinde tutulmaya çalışılmalı, tarımsal AR-GE'ye daha fazla yatırım yapılmalı, tarımsal ürün planlaması yapılarak israf önlenmeli, toprağı işlemede aile işletmelerine öncelik verilmelidir.

 • Sürdürülebilir aile çiftçiliği özendirilmeli ve bu yönde teşvikler sağlanmalıdır.

 • Köylü ve çiftçi düzeyinde sendikalaşmanın önü açılmalıdır.

 • Afetlere dirençli bir gıda ve tarım sistemi kurgulanmalıdır.

 • Halkçı tarım reformları yapılmalı, tohumlara bedelsiz erişim garantisi sağlanmalı, yerel üretim ve temel gıdalara öncelik verilmeli, ulusal üretim korunmalı ve tarım politikaları halkın etkin katılımıyla belirlenmelidir.

 • Gereksinimlerimize uygun ulusal tarım politikaları, kısa, orta ve uzun erimlerle tasarlanmalıdır.

 • Gıda politikalarının oluşturulmasında ve sonuçlarının değerlendirilmesinde saydamlık, katılımcılık ve hesap verebilirliğe dayanan bir yönetişim yaklaşımı benimsenmelidir.

 • Gıda egemenliği konusunda yürütülecek politik mücadelede, üreticiden tüketiciye aracısız mal sağlayan ekolojik üretim-tüketim kooperatifleri teşvik edilmeli, yerel yönetimler bu hususta inisiyatif almalıdır.

 • Yerel yönetimler, bitkisel ve hayvansal kökenli gıda maddelerinin sağlıklı ve ekonomik biçimde tüketicilerin sofralarına ulaşabilmesi için geçmiş yıllarda başarılı örneklerini gördüğümüz tanzim satış kooperatiflerini yeniden hayata geçirmelidir.

 • Tarım arazileri, zeytinlik alanlar, meralar, ormanlar, su havzaları ve sulak alanlar mutlak suretle korunmalıdır.

 • Belediyeler, sorumluluğunda bulunan arazilerin ıslahı, imarı ve tarıma uygun hale getirilmesinin yanı sıra ağaçlandırma, erozyonun önlenmesi çalışmalarını da planlamalı; bu konularda ilgili tüm paydaşlarla eşgüdüm içinde projeler yapmalıdır.

 • Gıda denetimlerinin kamu eliyle etkin, yansız ve bilim temelli gerçekleştirilmesi sağlanmalıdır.

 • Yerel yönetimler, yetki kargaşası yaratılmadan tarım ve gıda sisteminin sorunlarının çözümüne katkıda bulunabilecek biçimde yetki ve sorumluluklarla donatılmalıdır.

  • 5393 sayılı Belediye Kanunu ile belediyenin görev alanındaki; tarımsal sulama, hayvan içme suyu, taşkın koruma ve toprak muhafazası için gerekli tesislerin (gölet, yeraltı ve yerüstü bendi, sulama havuzu, pompaj vb.) kurulması, ıslahı ve tevsii ile ilgili çalışmaları doğru bir gıda- tarım planlaması içerisinde yapmalıdır.

 Güvenli Yaşam Hakkımızı İstiyoruz…

 Kentlerimizin yapılaşması bütünüyle betonlaşma ve asfalt üzerine oluşturulmuş durumdadır. Yeşil alanların hızla ve bütünüyle yapılaşmaya açılması, kent içindeki ormanlarının yok edilmesi şehirlerimizin doğal dokusunu ortadan kaldırmıştır. Doğayla barışık olmayan Bu kentsel yapılaşma ve hızlanan iklim değişikliğinden ötürü yağış ve yüzey suları toprak tarafından emilememekte, hızla akışa geçerek sellere neden olmaktadır.

 Suların doğal akış yolları olan dere yataklarının ve taşkın alanlarının bile yapılaşmaya açılması, felaketin boyutlarını daha da artırmaktadır. Plansız ve çarpık kentleşme, tarım arazileri ve su havzaları üzerine kurulan yerleşim yerleri, yok edilen yeşil alanlar ve orman alanları, bilinçsizce müdahale edilen dere yatakları ve kıyılar yaşadığımız felaketlerin temel nedenidir. Sorumlu da yağmur suları değil, hükümet merkezi yönetim ve yerel yönetimlerdir.

 Plansızlığın yanı sıra iktidar eliyle üretilen mega ve çılgın projeler de felaketlere zemin hazırlamakta ve kamusal alanlarımız bu rantçı anlayışla yok edilmektedir.

 Ülkemizin %96’sı deprem bölgesinde bulunmakta, nüfusumuzun %98’i değişik derecelerde deprem tehlikesi altında yaşamaktadır. Son 60 yıl içerisinde depremlerde resmi sayılara göre 50 binden fazla vatandaşımız yaşamını yitirmiş, 100 binden fazla kişi yaralanmış ve yaklaşık olarak 400 binin üzerinde bina yıkılmış veya ağır hasar görmüştür.

 Bunlara 6 Şubat 2023’te 11 ilimizi etkileyen depremin yarattığı ağır yıkım eklendiğinde karşımıza korkunç bir manzara çıkıyor… Resmi açıklamalara göre 53 bin 537 yurttaşımızın hayatını kaybettiği, 107 bin 213 yurttaşımızın ise yaralandığı 6 Şubat Depremlerinde Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının verilerine göre 39 bin 441 bina deprem anında yıkılmış, 271 bin 892 bina ise aldıkları hasarlar nedeniyle kullanılamaz hale gelmiştir.

 Kentsel ve kırsal yerleşim alanları yalnızca deprem değil, aynı zamanda heyelan, su baskını, kaya düşmesi gibi tehlikelerin yarattığı zararlarla da mücadele etmek zorunda kalmaktadır.

  • Depremlerden ve diğer bütün doğal ve toplumsal afetlerden korunma; güvenli, sağlıklı ve yaşanabilir bir çevrenin her yurttaş için temel insan hakkı olduğu ana ilke olarak kabul edilmelidir.

 • Kentlerde afetlerden korunmak ve zararlarından en az etkilenmek amacıyla “Bütüncül Afet Risk Yönetimi” anlayışı benimsenmeli, öncelikle afet riski olan bölgeler tespit edilmeli ve söz konusu riskleri azaltacak önlemler alınmalıdır. Tüm kentlerimizde kapsamlı afet yönetim planları hazırlanmalı ve gecikmeksizin uygulama olanakları yaratılmalıdır.

 • Kentlerin yapılı bölümlerindeki dönüşüm, sağlıklaştırma, tahliye vb. müdahaleler ile riskli alan, rezerv yapı alanı ilanlarına ilişkin kararlar kent bütününe yönelik hazırlanacak kentsel risk analizi çalışmalarına dayandırılmalıdır.

 • Yerinde Dönüşümün teşviki için 6306 sayılı kanunda yer alan Rezerv Yapı Alanı tanımı değiştirilmeli; kamunun gerçekten geçici barınma alanı olarak sunacağı yapı stoğu bölgeleri haline getirilmelidir.

 • Riskli alanlarda veya yapılarda ikamet eden yurttaşların bu alanlarda karşılanabilir miktarlarda kiralarla kamu kiracısı olmaları, dönüşüm süreci tamamlandıktan sonra kendi yaşam alanlarına dönmeleri sağlanmalıdır.

 • Afet tehlikesi karşısındaki tek önlemin “yapı düzeyinde” güçlendirme ve yenileme olduğu düşüncesinden vazgeçilmelidir. Yapılar, kentsel ve/veya bölgesel düzeyde ele alınarak afete duyarlı planlanma yaklaşımı esas olmalıdır. İmar planları, risk azaltma önlemlerini kapsayacak şekilde yeniden yapılandırılmalıdır.

 • Yerel yönetimlerin asli işlerinden olan sağlıklı ve güvenli yapı üretim ve denetim sürecini ticari bir alan olarak sermayeye teslim eden anlayış reddedilmeli; yapı denetimde imar planlarına, mimarlık ve mühendislik projelerine uygun, gerekli şantiye organizasyonunun sağlandığı bir kamusal denetim anlayışı etkin kılınmalıdır.

 • Depremlerde can ve mal kayıplarını artıran faktörlerin başında gelen, âdeta geçerli sistem haline getirilen kaçak yapılaşmayı özendiren imar aflarından vazgeçilmelidir. Teknik ve bilimsel gerçekleri görmezden gelerek neredeyse “ölüm garantisi” olan “kaçak yapı affı” bir seçenek olmaktan çıkarılmalıdır.

 • Toplanma alanları, deprem ya da bir afet sonrası afetzedelerin barınabileceği geçici kentlerin kurulabileceği; elektrik, su, ısınma, duş, tuvalet gibi temel ihtiyaçların karşılanabileceği altyapıya sahip büyük ve geniş alanlar olarak tanımlanmaktadır. Dolayısıyla bugün zorunluluktan ötürü toplanma alanı olarak gösterilen, 10 kişinin bile toplanamayacağı alanların, uygun altyapısı olmayan okul bahçelerinin, parkların, boş arazilerin çoğunun gerçekçiliği bulunmamaktadır. O nedenle rant odaklı değil insan odaklı planlamalar yapılmalı, kent içinde geniş yeşil alanlara yer verilmeli ve afetlerde toplanma alanına dönüştürülecek altyapı hazırlanmalıdır.

 • Yaşanan depremler göstermiştir ki deprem sonrası iletişim sistemleri hizmet verememiş, iletişim ağları ulaşılamaz hale gelmiştir. Afetlerde iletişim kesintilerinin olmaması ve iletişim ağlarındaki yoğunlukların dengelenmesi için planlamalar yapılmalı; afet anlarında yararlanmak amacıyla yedek jeneratörler, taşınabilir baz istasyonları ve uydu iletişimi gibi çözümlerin yaşama geçirilmesini sağlayacak projeler gerçekleştirilmelidir." İfadelerini kullandı.